Masamune Shirow Röportajı
29 Temmuz 2001
Anime ve manga ile ilgilenip de Ghost In The Shell’i duymamış
olan yoktur herhalde. Dünya çapında büyük bir şöhrete kavuşan
bu eserin yazarı olan Masamune Shirow’un, Dreamland Japan
: Writings on Modern Manga adlı çok ünlü bir manga tarihçesinin
yazarı olan ve ayrıca Masamune Shirow’un bazı eserlerini İngilizce'ye
çevirmiş olan Frederik L. Schodt’a verdiği bu röportaj, büyük
ihtimalle Shirow hayranlarının ve bilimkurgu sevenlerin ilgisini
çekecektir. Röportaj, Japonya’nın Kobe şehrindeki bir otelin
lobisinde gerçekleşmiştir. Bu arada bilmeyenler için belirtelim,
Masamune Shirow aslında yazarın eserlerinde kullandığı takma
adıdır. Yazar gerçek kimliğini tamamen gizlemektedir ve normalde
röportaj vermemektedir. Kendisine sadece eserlerini yayınlayan
editörü ve yapıtlarını İngilizce'ye çeviren Studio Proteus
çevirmenleri ulaşabilmektedir. Bu özel Masamune Shirow röportajını
arkadaşımız EC sizler için Türkçe'ye çevirdi. ^-^
Çeviri: EC,
Alpin
Düzenleme: Alpin
FS:
Frederik L. Schodt
MS: Masamune
Shirow
SG: Shigehiko
Ogasawara (Shirow'un editörü)
RÖPORTAJ:
FS:
“Ghost in the Shell” ve diğer çalışmalarınız, kuantum fiziği,
AI, robot ve network konuları üzerine hem gerçek, hem de gerçek
dışı bilgiler içermekte. Bu bilgileri nereden elde ediyorsunuz
ve nasıl kullanıyorsunuz?
MS: Kitap ve dergi okuyorum,
televizyon seyrediyorum, özellikle de NHK kanalındaki bilim
programlarını seyrediyorum. Bazen yerel üniversitelerdeki
bölümleri ziyaret ediyorum ama asıl kaynaklarım kitaplar.
FS: En çok ne tür kitaplardan
etkilendiniz?
MS: Son zamanlarda böcekler
hakkında olanlarını çok etkileyici buluyorum. Böcekbilimcilerin
çalışmalarını yayınlayabilecekleri ortamlar fazla değil ve
sonuçta yayınladıkları zaman da yazıları çok ilginç oluyor.
FS: Çoğu Japon sanatçının böceklerden
etkilendikleri veya en azından çocukken etkilendikleri görülüyor.
Siz de bir çocukken Kobe’nin tepelerinde koşup böcek toplar
mıydınız?
MS: Kesinlikle... Japonya’daki
erkek çocukların çoğu böcekleri çok sever. Özellikle aşk,
atlas ve geyik böceklerini. Onlar oyuncak gibilerdir, hayal
gücünüzü canlandırırlar.
FS: Manga’larınızdaki bilimkurgu
öğeleri bir arka plan olarak okuyuculara ulaşıyor. Okuyucular
bunların ne olduğunu ilk başta anlamıyorlar ama zamanla özümsüyorlar.
Bu bilerek takip ettiğiniz bir strateji mi?
MS: Bu özellikle yaptığım birşey
değil. Yalnızca hikayelerin yapılış tarzından kaynaklanmakta.
Karakterlerin yaşadığı gerçeklik hakkında fazla açıklama yapmam.
Bu bilgi karakterler için açık ve doğaldır, okuyucular karakterlerin
dünyalarına girerler ve bu, onlar için de doğal bir dünyaya
dönüşür.
FS: Hikayelerinizde geçen o
karışık bilgileri anlayamayan insanlardan şikayet geliyor
mu?
MS: Bazen yakınıyorlar. Hikayelerimin
kolay okunabilir olması gerektiğinin farkındayım, öyle olmasına
da çalışıyorum. Hikayelerimde dengeyi bulmaya çalışıyorum:
ne çok kompleks, ne çok basit olsun istiyorum. Bunun okuyucular
için de bazen güç olduğunu biliyorum.
FS: Ben kişisel olarak bilgi
ağırlıklı yaklaşımınızı beğeniyorum ama itiraf etmeliyim ki
hikayeleri çevirmek çok güç olabiliyor. Bir keresinde bilimsel
bir terimi taramak için kütüphanede günler harcamıştım, sadece
onu uydurup uydurmadığınızı öğrenmek için.
MS: (gülüyor)
FS:
Orion gibi bazı çalışmalarınızda ve “Ghost In The Shell” de
belli bir ölçüde kullanılan Budizm, Taoizm ve Shinto gibi
ögeler bize bilim ve teknolojiyi, din ve maneviyatla birleştirmeye
çalıştığınızı gösteriyor. Bunun için kullandığınız bir model
var mı?
MS: Bu özellikle yapmaya çalıştığım
bişey değil ve özel bir modelim yok. Ama kanımca bilim ve
teknoloji gittikçe daha büyülü bir şeye dönüşüyor. Başka bir
deyişle uzmanlar neyin ne olduğunu biliyor ama ortalama bir
insan ne olduğu hakkında bir ipucuna sahip değil. Çoğu insana
göre şeyler gittikçe siyah bir kutuya dönüşüyor, eğer kutunun
içine bişey koyarlarsa biliyorlar ki özel bir sonuç alacaklar.
Bu özellikle bilgisayarlar için geçerli. Bazı şeylerin neden
ve nasıl olduğunu ve kurallarını bilmek için uzman olmak gerekir
ama ortalama bir insan uzman değildir. Çoğu insan bilgisayar
kullanır çünkü onlar faydalıdır. İnsanlar bilgisayara sihir
gibi bakarlar, çünkü bu kuralları açıklayamazlar. Bu, bilgisayarların
sihir olduğu anlamına gelmez. Bilim ve sihir dünyası birbirinden
ayrılmıştır ama sezgilerimiz ve bilincimiz düşünüldüğünde
aynı noktaya yaklaşırlar. Bu yüzden çalışmalarımda bilim-teknoloji
ile dini birbirlerine entegre etmeye çalıştığım görülebilir
çünkü onlar aynı noktaya yaklaşırlar.
Sanırım çalışmalarımda animizme yakın
bir dinsel yaklaşım var. Din derken, mutlak erk sahibi tanrının
kontrolünden bahsetmiyorum, doğa bazında güçleri kastediyorum.
Bu bir tür efsane yada öykü tarzında, kadın tanrıçanın tsunami
yaratması gibi. Bir ejderhanın gölden çıkıp gökyüzünde yağmur
oluşturması, suyun buharlaşıp yağmura dönüşmesidir aslında.
Bu aynı olayın farklı yollarla tanımlanmasıdır. Bunlar, insanlar
için aynı nüansa sahiptir, sadece biri daha bilimsel bir yoldur.
Orion’da bu konsepti oluşturmaya çalıştım.
FS:
Birkaç yıl önce Japonya’daki robot endüstrisi hakkında geniş
bir araştırma yaptım ve bilim ve teknolojinin din ile birleştirildiği
- özellikle Budizmle- planlanmış bir çalışmadan çok etkilendim.
Masahiro Mori ve diğer bilim adamları tarafından yürütülen
Mukta Enstitüsü'nde, araştırmalardaki yaratıcılığı arttırmak
için örneğin Budizm bir araç olarak kullanmaya çalışılıyordu.
Dr. Mori, robotların gelişmesi ile insanların kendilerini
daha iyi anlayabileceğine inanıyor ve Budha mantığını ortaya
çıkarıyordu. Bu enstitüyü duydunuz mu ve hatta belki üyesi
bile olabilir misiniz?
MS: Hayır, ama çok ilginç görünüyor.
İnsanlaşan robotlar yaratmak, insan yapısını ne kadar taklit
edebileceğinizi görmenizi sağlar ki bu da insan olmanın ne
olduğunu anlamanıza neden olur. Bu bağlamda elimizdeki robotlar,
bize sadece en basitinden insanın kas ve kemik yapısını çözdüğümüzü
gösterir. Son zamanlarda, bazı insanlar ne kadar duyguların
kimya ile açıklanabileceğini söylese de sonuçta aklımıza şu
soru gelir: eğer duygular kimyasalsa, o zaman neyiz biz? Kimyasal
olarak başka birşeylerin varlığını düşünmemiz, başka faktörlerin
olduğunu göstermektedir. Bu konuda araştırma yapılabilecek
çok şey var. Robotlara kimyasal reaksiyonları kullanan birşey
–yeni bir tür bio-bilgisayar eklediğimizde, insana daha çok
yaklaşacağız. Budha’nın doğasının insanlar tarafından zor
algılanabilmesi, Mukta'nın yaklaşımında problem olabilir.
Eğer bir robot, Budha mantığını anlayabilecek ve herkese anlatmayı
deneyecek şekilde yapılırsa, o zaman sorun kaç insanın bunu
anlayabileceği olur.
FS: Manga’nızda "Landmates"
ve"Fuchikomas" gibi pek çok robotunuz var. Robotlara
karşı bu özel ilginiz nereden kaynaklanıyor ve örümceklere
karşı bilinen özel merakınızın, robot tasarımlarınıza etkisi
var mı?
MS:
Nedenini bilmiyorum ama Japon çocukların anime ve mangalarda
ilk algıladıkları şey, kahraman robotlar gibi gözüküyor. Bu,
Doraemon, Arare-chan ve diğer karakterler için de geçerli.
Sonuçta insanlar, robotların güçlü birer dost ve arkadaş olduğu
fikrine sahip olmuş. Ve bu sanırım manga’ma da yansıtılıyor.
Ayrıca bugün Japonya’daki fabrikalara bakarsak çalışanların
çoğu robottur ve bunun insanlar üzerinde büyük etkisi vardır.
Robotlarım örümceği andırıyorsa, bu sanırım sadece örümceklere
ilgi duymamdan dolayıdır. Son zamanlarda Honda iki ayaklı
robotlarını geliştirene kadar iki ayaklılar stabil kabul edilmediler.
Daha çok ayağın yapıyı güçlendireceğini düşündüler. Dolayısıyla
çoğu robotun en az 4 veya 6 ayağı vardı. Ben zamanımın bir
bölümünü örümcekleri incelemeye ayırıyorum. En çok, "fly-catchers"
denilen atlayan örümceklerden etkilendim ki bunlar ağlarını
örmeden avlarının peşinden giderler. Robot gibiler, düşünüyor
olabilirler ama belli bir amaçla programlanmış robotlara benzeyen
bir tür canlı gibiler. Bir amaçları var, etrafı dikkatle inceleyip
ataklarının zamanını ayarlıyorlar, oldukça akıllı görünüyorlar.
FS: Amerikadaki internet popüleritesindeki
patlamanın, Japonya’da büyük bir şok yarattığı söylenir hep.
Bugün, yakalamak için gösterilen büyük çabalara rağmen Japonya’nın
Amerikanın çok gerisinde olduğu söyleniyor. Ghost in the
Shell ve diğer manga’larınızdaki network ağırlıklı gelecek,
sizce bu manga’ların Kuzey Amerika’daki popülaritesi için
bir neden olabilir mi?
MS: Bilmiyorum ama network,
bilgisayarlar ve network suçları gibi konuların Amerika'da
şu an geçerli olduğunu düşünüyorum. Japonya’da bunlar çok
gerçek görülmüyor ama Amerika’da artık internetin de yayılmasıyla
bunlarla daha çok insan ilgileniyor. Öyle görünüyor ki Japonya’da
insanların internet hakkındaki konuşmaları, Amerika’da konuşulandan
hala farklı. Sanırım yeterince fiber optik bağlantı altyapısına
sahip değiliz ya da iletişim yükü yüksek. Her ne olursa olsun
felsefesi farklı görünüyor. Biz internetin asıl avantajından,
yani en fazla sayıda insanın en fazla kazancı alması fikrinden
biraz sapmış görünüyoruz.
FS:
Çoğu yabancıya göre Japonlar düzenli, temiz bir toplum olarak
görülür ama siz, manga’larınızda kirli, karmaşık, düzensiz,
çok ırklı olarak tanımlıyorsunuz. Japonya’da sadece insan
varyasyonlarının değil, cyborg ve robotların da toplum bireyleri
olacağını önceden sezdiniz mi?
MS: En ideali, insanların yaşamak
istedikleri yerde yaşamalarıdır. Çok ırklılık bakımından Japonya
gittikçe batıya daha çok benzeyecektir. Robotların, bu karışımın
eşit bir parçası olması büyük bir zevk olurdu ama ölene kadar
bunu görebileceğimi sanmıyorum.
Bir robot, insanlarla aynı şartlarda
olabilecek kadar geliştirilirse, o bir robot mudur? Bence
o sadece farklı maddelerden yapılmış bir insandır. Tabi ki
burada robotların düşünemediği tartışılabilir, bugün fabrikalarda
robotlarla insanlar birarada çalışıyor. Yerleri temizleyen
vakum temizleyici robotlar etrafta koşarken sanırım daha çok
insana benziyecekler. Asıl problem ise, gerçek insan robotlarını
ne zaman elde edeceğimiz. Eğer bir robot hareket ederken bir
çocuğa zarar verirse ne olur? Davaları düşünün artık..................
FS: Japonyada, teknolojinin
getirdiği agresif, optimistik davranışlar göze çarpıyor. Bunun,
bilim adamı Ted Kaczynski tarafından temsil edilen ve batıda
var olan teknoloji karşıtı düşüncelerle biraz ilgisi var gibi
görünüyor. Sizce böyle bir hareket Japonya’da ortaya çıkar
mı?
MS: Bence bu çok düşük bir ihtimal.
Buradaki insanlar, bilimden ve teknolojiden endişe ediyor
gibi görünmüyorlar. Burada insanların endişe ettiği şeyler
eğitim sistemi ve hukuk sisteminin yetersiz olması veya sosyal
sağlık sisteminin yeterince gelişmemiş olması gibi konular.
Ve tabii ki sadece insanların teknolojiyi nasıl kullandığı
bir problemdir, teknoloji kendi başına bir problem değildir.
FS: Gelecekte Japonya’da, manga’larınızdaki
gibi nanoteknolojik, mikro-makineler, network ve genetik mühendisliği
gibi konuların düzenli yayılacağını düşünüyor musunuz?
MS: Bence bunlar ortalama bir
insan tarafından sorunsuz kabul edilecektir. Asıl problemse
hukuk sistemidir. Japonya bu alanda gülünç derecede yavaştır.
Örneğin kısa bir süre önce kabul edilebilen ve hep tartışılmış
olan organ nakilleri. Organ nakilleri veya mikro-makineler
veya klonlamak... Hukuk sistemine bunları oturtmak zaman alacaktır.
Ama ortalama bir insan, bunları çabuk kabul edecektir. Batıda
bireysellik dediğimiz konuyu Japonya hala ele almış değil
ve bu şu anlama geliyor ki bir kişi düzgün yüksek-teknoloji
birşeye sahipse siz de bir tane isteyeceksiniz. İnsanlar aynı
olmak isterler ki bu da teknolojinin hızla yayılmasının ve
kabul edilmesinin en önemli nedenidir. Ayrıca Japonya’nın
dünyada yeni teknolojiler için en karlı pazarlardan biri olmasının
en önemli nedenlerinden biridir. Ama diğer taraftan teknolojinin
tanıtımında problemler olursa bu herşeyin durması anlamına
gelir. Eğer herşey tamamsa, problem yoktur.
FS:
Bu kalp naklinin ortaya çıkması ile ilgili bir şey mi? Anladığım
kadarıyla bu tür operasyonlar, yıllar önceki bir başarısızlıktan
dolayı durma noktasına gelmiş.
SG: Bu tamamen şeylerin nasıl
konumlandırıldığı ile ilgilidir. Bunlar, insan hayatını etkilediği
zaman probleme dönüşürler. Örneğin portatif telefonlar veya
bilgisayarlar problem olmamıştır çünkü kimseye zarar vermemişlerdir.
Japonlar, kişisel kararları gerektiren konularda o kadar başarılı
değiller. Ayrıca elektronik imalatçılarımızın geliştirdiği
ürünler, bize kazanç sağladı ya da bizi etkilemedi, başka
bir deyişle bize zarar vermediler ve pozitif görüldüler.
MS: Doğru. Güçlü bir ses, daha
iyi bir görüntü ve bu tür şeyler.. Teknoloji, vücutlarımızı
direkt etkilemeye başladığı zaman sonuç daha karışık bir hale
dönüşüyor. Örneğin insanların, direkt enjekte edilen mikro-makineler
hakkında konuşmaya başlaması. Bu, teknolojinin nasıl konumlandırıldığı
ve yasalaştırıldığı ile ilgilidir.
FS: Sizce insanoğlu gelecekte
yeni teknolojinin tümüyle başedebilecek mi?
MS: Umarım öyle olur. Bunun
kesinlikle olmasına çalışmalıyız. Eğer gelecekte teknolojinin,
insanoğlu için kullanışlı olmasını istiyorsak, zengin ile
fakir arasındaki uçurumu ele almalıyız. Sosyal garantinin
fazla olduğu bir tür kapitalizm oluşturmaya ihtiyacımız olacak,
yoksa kapitalizmin en kötü tarafı yani güçlünün güçsüzü ezmesi
gerçekleşir. Gelir uçurumunun artması daha da kötü bir duruma
dönüşecek. Sosyalizme geri dönelim demek istemiyorum, sadece
sanırım daha dengeli birşeye ihtiyacımız var. Uzmanların ciddi
bir şekilde üzerinde çalışması gereken ve bizim ciddi bir
şekilde düşünmemiz gereken bir şey bu.
FS: Bugün Japonya’da, basılan
kitap ve dergilerin %40’ını manga’lar oluşturmakta. Manga
yazarları, medyanın ünlüleri haline geldiler, sanattan politikaya
pek çok konuda fikirleri sorulur durumdalar. Bunun iyi bir
şey olduğunu düşünüyor musunuz?
MS:
Fikirlerinizi ifade edebilmeniz harika bir şey. Ama bu fikirlerin,
uzman görüşlerine dayanan kesin bilgiler olması sorumluluğu
vardır. Karikatürist sadece bir karikatüristtir. Dünyanın
durumu ile ilgili cafcaflı görüşleri olan benim bile kendimle
ilgili pek çok şüphem var. Ama bunlar benim kişisel özgün
düşüncelerim olduğu sürece tamamdır.
FS: Hiç deniz aşırı yolculuk
yaptınız mı? Bu çağda bunun gerekli olduğunu düşünüyor musunuz?
MS: Hayır, hiç yapmadım ama
gerekli olduğunu düşünüyorum. Gerçek dünya ile sanal arasında
hala bir fark var. Sanal dünya biri tarafından beslenir veya
programlanır, dolayısıyla içindeki herşey tahmin edilebilir.
Gerçek dünyada, beklemediğiniz her tür şey olur, beklenmeyen
pek çok keşif yapılabilir Bütünüyle mükemmel bir görünen dünyanın,
doğal dünyayı taklit etmesi için onu bütünüyle anlamamız gerekir
ki buna ulaşmaya hala uzun bir yol var. Biz ormanları yaktığımız
sürece, kat edecek daha çok yolumuz var.
FS: Amerika ve Avrupa’da pek
çok hayranınız var. Onları ziyaret etmek için oralara gitmeyi
düşünüyor musunuz?
MS: Olabilir ama uçaklardan
korkarım ve zaman bulmak çok zor.
|